"Nereden çıktı bu Nanking?" diyorsunuzdur büyük ihtimal, "Nedir bu nanking"?
İtiraf etmeliyim ben de öyle dedim kendi kendime, hele siyah beyaz çekilmiş olmasından dolayı "Schindler list" özentisi gözüyle baktım bu filme. Halbuki bize ilkokul kitaplarımızdan, üniversiteye kadar propoganda edilen Japon ve Alman insan profilinden çok daha farklı hayatları gözümüze sokan ve belki de 2. Dünya Savaşı'nda işlenmiş en büyük cinayetlerden birinin konu alındığı bir film Nanking! Nanking!. Yapımı Çin ve Hong Kong işbirliğiyle gerçekleştirilmiş, (her iki ülke bugün görünürde bir olsa da, her şeye rağmen ayrı olmaya devam ediyorlar.)
İngilizce ismi ise "City of Life and Death". Çin'de vizyona girdiği ilk günden itibaren zirveden düşmemiş.
Film Japonların kısa bir mücadele sonucunda o zamanki Çin'in başkenti Nanking'e girmeleriyle başlıyor. Onca savaş sahnesi ve küçüp çaplı çatışma karelerinin ötesinde filmin anlattığı başka şeyler var. Çoğumuz hayatımız boyunca "toplu tecavüz" nedir diye kendimize sorarız da, cevabını bulamayız belki. Bu film işte toplu tecavüzün, insanlıktan uzaklaşmanın, kadın, erkek, çocuk fark etmeksizin bütün bir katliamın profilini sunuyor bizlere. Küçük rübetli Japon subaylarının savaş sırasında sahip oldukları yetkeyle, Nanking ortasında kurulmuş olan ve sadece silahsız mültecilerin yer aldığı "Güvenli Bölge'nin" nasıl da "toplu taciz" için bir "güvenli alan" haline getirildiğini ortaya koyuyor.
Binlerce Çin esirinin sistematik bir biçimde katledilmesinin yanı sıra, bu katliamları önlemeye çalışan insanlardan bir tanesinin de NAZİ Parti üyesi olması bir hayli enteresan. John Rabe adlı Alman işadamının Nanking'te kurtardığı insan sayısının binlerce olduğu söyleniyor, elinden geldiğince gösterdiği çaba, Führer'in onu Almanya'ya çağırmasıyla sonuçlanıyor, anlaşılan bu çabaları yüzünden de bir hayli fırça yemiş. Batılı bir "halkı" katletmekte tereddüt etmeyen Führer'in, "insanlığı şüpheli olan" evrimce geri kalmış Çinliler için üzülmesi mi gerekiyor Allah Aşkına?
( John Rabe)
Imdb'de çin asıllı olan bir yorumcunun söylediklerine bakılırsa, bu film işlenen vahşetin yanında sadece bir fragman olarak kalıyor. Yorumcu filmde uzun süre gösterilen cinsel ilişki sahnelerine, geçiş sahnelerine takılmış. Halbuki filmi gerçekçi kılan şeyler de bunlar olmuş. Filmde bu manada ilginç sahnelerden biri de, Japon askerlerinin tacizine uğramamak için saçlarının kesilmesini isteyen Çinli bir fahişenin bu reddetmesi ve "ha japonlar, han çinliler ne fark eder?" sorusunu sorması. Çünkü o kadın saçları kesildikten sonra savaş biterse neyle geçineceği sorusunu kendisine soruyor. Ve gizli bir "fahişemiz ancak bizim fahişemiz olabilir" düşüncesine tokat gibi bir cevap veriyor.
Neyse daha fazla anlatmak istemiyorum ama filmin sonundaki bir olaya değinmeden geçemeyeceğim, filmi seyretmeyenler burayı okumak istemeyebilir ama filmin gidişatı açısından da süpriz bir sonuç değil bu.
Japon askerleri içerisinde tecavüze karışmayan ve ilk cinsel tecrübesi bir fahişeyle yaşayan eğitimli bir subay var. Bu subay filmin sonunda kendisine teslim edilen bir çocuk ve adamı emrine verilen asker vasıtasıyla öldürmeyi reddediyor ve askeri salıyor. Burada söylediği söz gerçekten de etkileyici;
"Yaşamak, ölmekten daha zor".
Asker bu emri aldıktan ve cümleyi duyduktan sonra geri dönüyor ve komutanını teşekkür edercesine içtenlikle selamlıyor. Kadokowa adlı subayımız ise çiçeklerle dolu tarlada bir süre ağlıyor ve kafasına sıkıyor... Japon askerlerinin en onurlusu da böylelikle hayatına çiçekler arasında son veriyor. Yani japonlar onurunu yitiriyor.
Evet, Nagazaki ve Hiroşima bir katliam, Japonların Çin'de yaptıkları da bir katliam.
İkisi arasında tercih yapmamız mümkün değil, faşistler her yerde faşist.
0 yorum:
Yorum Gönder