Biliyorum hepiniz okudunuz bu kitabı. Sadece ben okumamışım ama. O yüzden Ömer'de kitabın orijinal nüshasının bir örneğini görünce balıklama atladım hemen. Birkaç günde bitti. Sonradan yaptığım şey ise ekşi sözlük'ü açıp yazılan şeyleri okumak oldu. Birkaç tanım dışında neredeyse hepsi hayal kırıklığı...
Neden mi?
Öncelikle gerçektende bu ülkede okuduğunu anlayamama gibi bir problem var. Kitapla ilgili sadece ekşi sözlük'teki olumsuz yorumların mantıksızlığını gördükten ve öte taraftan kitap okumaktan anlamayan ya da okudukları kitaplar Da Vinci Code tarzı pop bayağlıklardan ötesine gitmeyen tiplerin usta birer edebiyaçı edasıyla yazdıkları şeyleri okuduktan sonra bunun böyle olduğuna ikna oldum.

1945 yılında yazılmış olan ve şehir hayatının insan üzerine özellikle bir ergen üzerine etkilerini ele alan bir kitaba “klişe” deme cürretini gösterenler bile olmuş. Kitaptaki “tespitler” sikik Ekşi Sözlük yorumlarını aratmyormuş. Bu kitap yazıldığında arkadaşın babası bile doğmamıştı ve muhtemelen şu an piyasada çokça gördüğümüz ithal ikameci taklit kitaplarda piyasada yoktu. Yani taklit dediği kitap, bugün “orjinal” bulduklarının atası, herifin haberi yok. Hadi bu argümanı geçtik, kitabın yazarı J.D. Salinger'la ilgili “yeterince kelime bilgisi yokmuş zaarın, o yüzden çok sıkıldım” denmesine ne buyurmalı? Bir ergenin ağzından anlatılan bir romanda, anlaşılan Dostoyevski'nin ya da Tolstoy'un yahut Balzac'ın edebi derinliği bekleniyordu. Bu kadar komik bir gerekçeyle de eleştirilmez ki.
Mesela sadece şu tespit bile kitabın derinliği konusunda bir işaret veriyor;

Now and then you just saw a man and a girl crossing a street with their arms around each other's waists and all, or a bunch of hoodlumy-looking guys and their dates, all of them laughing like hyenas something you could bet wasn't funny. New York's terrible when somebody laughs on the street very late at night. You can hear it for miles. It makes you feel so lonesome and depressed.


Kitabın tamamını okuduktan sonra Salinger'ın neden kendini “münzevi bir hayata” gömdüğünün ve yıllardır neden bir kitap bile çıkarmadığının sebeplerini rahatça görebiliyorsunuz. Kimilerince sosyopatlar tarafından kitabın çok sevildiği söylense de, bir best seller olarak binlerce adet satmış olması ya toplumun sosyapatlardan oluştuğunu ya da yargının yanlışlığını ortaya koyuyor. Salinger kitabın içerisinde gündelik yaşamımızda karşılaştığımız bütün sorunlarla ilgili düşündüğümüz gerçekleri hiç eğip bükmeden yerleştirmiş. Sinemada seyrettiği klişe bir filmi “hakikat” diye öven sığ bir adamdan, yakışıklı olduğu için dünyanın kendisine taptığını sanan andavaldan yahut “entelektüel” olduğu için çevresindeki herkesi küçümseyen ve tek söz söyleme hakkını kendinde gören çakma beyfendiye kadar herkesin tutarsızlıklarını espirili bir dille ortaya sürüyor. Kitapta bir ergenin karşılaştığı seksüel sorunların en vurgulu olanı Holden Clausfield'ın sex konusunda başarısız olması. Daha sonradan italyan hocası Antonio ile yaşadığı bir macera var ki benim aklım Anayurt Oteli'ndeki Zebercet'i getirdi.


Salinger'ın bu kitapta asıl anlatmak istediği şey, normal bir öğrenim hayatından sonra yaşayacağı her şeyin birer kuralmışcasına birbirinin aynısı bayalığılıkları içerecek olması. Yani şehir yaşamının belki de kapitalist sistemin öngördüğü çarklar arasında kendi tercihleri vasıtasıyla özgür olduğunu, istediğini yaptığını düşünürken, diğer yandan kendisine aslında hiç seçme hakkı bırakılmamış, ufak tefek tercihlerle yaşamını devam ettirecek olması. O yüzden kız arkadaşıyla her şeyi bırakıp küçük bir kasabaya gitmek, arabada, karavanda ne bulursa oralarda yatıp kalkmak, şehirden kaçmak istiyor. Çünkü Hikmet Kıvılcımlı'nın çok iyi bir şekilde işaret ettiği gibi, medeniyetin her türlüsü bir şekilde kendi sömürü faaliyetlerini içerisinde barındırıyor ve bundan kurtuluş, o medeniyetin aslen ortaya çıktığı şehirden ve şehir hayatından kaçmadan mümkün değil.

About this blog

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.